İlkokulu babamın mesleğinin gereği, iki farklı ilin dört ayrı köy ilkokulunda bitirmişim. İlkokul son sınıfta öğretmenimizin önerisiyle babalarımız "Devlet Parasız Yatılı İmtihanına" bizleri götürmüşler.

Babam postadan gelen sonucu bana akşam söylememiş belki uyuyamam diye. Sabah "Koleji kazanmışsın oğlum." dediğinde, ben sormuşum "Kolej ne baba?". "Bilmem oğlum, sorar öğreniriz." demiş babam.

Ordu'dan iki kişi kazanmışız Samsun Maarif Koleji'ni. Parasız yatılılar arasında ben de kolej öğrencisi oldum.

İdealist öğretmenlerimiz oldu. Gece yatakhanelerde dolaşan, uyuyan küçük çocukların yorganlarını düzelten, üstlerini örten müdürümüz vardı mesela... Sınıfımızda herkesin iyi kötü bir müzik aleti çalabilmesini başarabilmiş bir müzik öğretmenimiz gibi... Matematiği bulmaca çözer gibi işleyen, bizim başarılarımızla gurur duyan öğretmenimiz gibi. Üstlendiği sorumluluğu dolduramayanlar da vardı elbette. Hele bir yıl öğretmenliğimizi yaptıktan sonra aslında öğretmen olmadığı ortaya çıkan, sahte belgelerle atanmış bir öğretmenimiz de olmuştu mesela... Fena da fizik öğretmiyordu aslında...

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi'ni kazandığımda çok sevinmiştim. Kayıt için İstanbul'a ilk gidişim gemiyle turistik mevkide 36 saatte olmuştu.

Benim bir tarafım olmamıştı o siyasi kavgaların çok olduğu dönemlerde. O dönemin deyimiyle "ot"tuk. Yani, ne sağcı, ne solcu, ne ak-genç, ne ülkücü, ne dev-genç... Yine de, her gün öldürülen öğrenci haberleri nedeniyle annem çok korkardı. Arada bir mektup yazarsam haber alırlardı sağlığımdan. Ben de evlat sahibi olduktan sonra anladım ne dayanılmaz olduğunu bu korkunun...

Uzmanlık eğitimimi İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı'nda tamamladım. Dört yıllık eğitim döneminde, üç ayrı Anabilim Dalı Başkanımız oldu. Orkestra aynı olmasına rağmen, şefin değişmesiyle düzen ve ahengin nasıl değişebildiğini ilk defa orada gördüm. Birisinin yönettiği Anabilim Dalı'nda üniversiteliliğin, bilimselliğin tadını aldım. Ben de heveslendim.

Uzman olduktan sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde akademisyenlik rüyam gerçekleşti.

Kasım 1991- Mart 2018 arasında 26 yıllık bir üniversite yaşamım oldu. Akademisyenin 3 farklı özelliği olmalı imiş: klinisyenlik, akademisyenlik ve öğretmenlik... Bilimsel makale yazma konusunda fazla becerikli olamadım doğrusu. Yetecek kadar yazdım... Ama iyi bir hekim olarak klinisyenlik, iyi bir eğitmen olarak öğretmenlik görevlerimi hakkıyla yaptığımı düşünüyorum.

Tıp gelişti, teknoloji gelişti... Ben de kopmadım. Kendimce geliştim, ufuklarımı genişlettim...

Bu süre içinde çeşitli bilimsel organizasyonlarda yer aldım.

Yine bir başka özdeyiş der ki: Semineri anlatan öğrenirmiş. Ulusal kongrelerde, kurslarda, çeşitli yerel toplantılarda ve tabii ki üniversitede sürekli bir şeyler anlattım. Dinleyenlerim ne kadar anladılar bilemem ama ilgiyle dinlediler hep... Ben de anlatacağım diye öğrenmek zorunda kaldım... :-)

Yurt dışı tecrübe olarak bir ay Hamburg'da, bir ay Houston'da tüp-bebek konusunda gözlemci olarak bulundum. Kongreler ve sempozyumlar nedeniyle farklı ülkeler gördüm. Yurt içi yurt dışı çok sayıda kursa katıldım. Her eğitimden sonra uygulamalarıma bir şeyler kattım... Kendimce bir birikimim oldu.

Almanya, Belçika, Danimarka, İsveç, Fransa, İspanya, İtalya, İsviçre gibi bir çok Avrupa ülkesinden, Kanada, ABD gibi Amerika ülkelerine, Mısır'ından Birleşik Arap Emirlikleri'nden Japonya'sına kadar epeyce yer, epeyce kültür gördüm. Kendimizle kıyasladım.

Son yıllarda GAPS, Fonksiyonel Tıp ve Fitoterapi eğitimlerini de aldım. Halen de devam ediyorum.

Malum... Eğitim şart! :-)

Bilmemek ayıp değil, öğrenmenin yaşı yok...